Müstağni ve Münezzeh!

Antik Roma dönemi devlet adamı Çiçero, “İhtiyarlık üzerine” ismiyle yayımlanmış olan kitabında eski Atinalılar’ın ilginç bir özelliğini anlatır:
Atina’da ihtiyar bir adam tiyatroya gider. Anfide Atina’lıların oturduğu bölümde kimse ona oturacak yer vermez. İhtiyar adam Spartalıların oturduğu bölüme geçer ve onlar kendisine oturacak yer açarlar. Atinalı seyirciler Spartalıların bu davranışını takdir eder ve alkışlarlar.
Atinalılar, iyilik nedir bilir ama yapmak istemezler.”

Çiçero’nun tavsif ettiği davranış türü, salt Atina’lılara özgü bir çürüme örneği değildir. İnsanoğlunun büyük bir kısmı
için iyi, doğru ve güzel olan karşısında alınan tutum benzer bir tenzih içerir. İnsan kendisini sorumluluklardan müstağni görmeye başladığı andan itibaren toplumsal değerlere, fıtrî çağrılara ve hatta kendi inandığı kutsallara dahi aynı davranış tarzıyla yaklaşmaya başlar. Her şeyi bilir, her şeyin en doğrusunu bilir, iyiyi, güzeli, elzemi ve ehveni ayırt edebilir, olması ve olmaması gerekeni seçebilir; kötüyü ve kötülüğü teşhis edebilir, zulmü, işkenceyi hırsızlığı, fahşâyı, rüşveti, yalanı, kibri, kötülük olarak bilir. Edebi, tevazuyu, dürüstlüğü, güzeli, sevgiyi, saygıyı, iyilik olarak bilir. Ama bunları kendinden bağımsız görür. Kendini bağlamadığı, kendisini rahatsız etmediği ve kendisini içermediği müddetçe savunur. İnsanların çoğu bunları bilir, ama yapmaz. Çünkü iyilik, kendisinin yapması için değil, başkaları için iyidir. Çünkü kendisi iyilik ve kötülük sınırlarından münezzehtir. Çünkü olan biten hiçbir şeyden sorumlu değildir, sorumlu olmamak ister ve o nedenle iyiliği ve kötülüğü kendisinden yabancılaştırmak, uzaklaştırmak, dışarıdanlaştırmak ister. İşte bu kendisini ayrıcalıklı görme, korunmuş addetme ve istisna kılma tavrı içselleşmiş kibir ve bencilliktir..
Bu tür tenezzüh, insanın kendisini arzuların, keyfiliğin, zevkin, sefânın cennetinde görmesi; ötekini, başkasını, diğer’ini kayıtlara, sınırlara, ölçülere bağlamasıdır. Böylece yaşamın bütün yükü başkalarının sırtına atılmak istenir. Bu, insanoğlunun büyük çoğunluğunun, dünyadayken cennete sığınma ve cehennemden kaçma içgüdüsünü dışa vuruş biçimidir.
Bencillik, toplumsal yaşamın hemen her boyutunda kendisini hissettirir. Alışverişte satıcı en pahalıya satmak, alıcı
ise en ucuza kapatmak ister. Kimse malın hakkını ve değerini öne çıkarmaz.
Aile içerisinde erkek, geleneğe, toplumsal yapıya ve hatta kutsal değerlere yaslanarak bazı işlerden kendisini müstağni görür. Kadın da erkeğin işlerinden münezzehtir. Hiçbiri istişare, paylaşma, hak ve adalet ölçülerini öncelemez. Dostlar arasında karşılıklı bağımlılık bir süre sonra karşılıklı sorumsuzluğa dönüşür. Herkes dostunun önce karşısındakini düşünmesi gerekliliğine inanır ve hep kendisine öncelik vermesini bekler.

Toplumun öncüleri veya temsilcileri olarak öne çıkan aydınlar, devrimciler, liderler, hep toplumun, halkın, taraftarlarının bir şeyler yapmasını sağlamaya çalışır. Fikirleri, projeleri, programları her zaman halkın, topluluğun, taraftarlarının ne yapması ve ne yapmaması gerektiğini va’zeden, onların iyiliğini ve kötülüğünü tayin eden, onlar için ve onlar adına tespit edilmiş kurallar, ilkeler, yaptırımlar ve öğütler içerir. Birey veya toplumlar da bağlandıkları önderlerinden ya da temsilcilerinden kendileri için ve kendileri yerine her şeyi yapmasını beklerler. Öğretmen öğrencinin hemen öğrenmesini bekler, öğrenci öğretmenin anında öğretmesi gerektiğini düşünür.
Sonuçta, iyilik ve kötülük, hak ve haksızlık, doğru ve yanlış, sorumluluk ve lakaytlık, güzel ve çirkin, ortada kalır. Herkes kendisini dışarıda tutarak, ötekini bazı iyiliklerle, sorumluluklarla, doğrularla kayıtlı görmek ister. Ve ötekine yüklediği bu anlamın tezahürlerini de alkışlayarak, takdir ederek, onaylayarak iyilik ve sorumluluk güdülerini tatmin eder.
Bencilliğin yaygınlaştığı ve insanların büyük çoğunluğunun kendisini noksan sıfatlardan münezzeh gördüğü toplumların siyasal yapısı genellikle otoriter ve totaliter düzenlere kapı açar. Toplumlar bedelini ödemedikleri için birçok haktan, özgürlükten, avantajdan mahrum kalırlar. İktidarlar ise hesabını vermeyecekleri bir keyfilik ve tahakküm fırsatına sahiptirler.
Bu nedenle böyle toplumlarda düzeni değiştirmek oldukça zordur. Çünkü kitleler, çok iyi bildikleri yanlışların, kötülüklerin, zulmün ve sömürünün ortadan kalkması için kollarını bile kıpırdatmazlar. Hep bir kurtarıcı, kahraman, mehdi ya da sihirli formülün birdenbire çıkıp kendileri adına her şeyi düzeltmesini beklerler. Çünkü daima her tür bela ve kazadan kurtarılmayı hak ettiklerine inanırlar.
Öte yandan kendileri için ortaya çıkan öncülerini, kahramanlarını, mehdilerini alkışlar, ama onların yaptığını yapmazlar. Yapmak zorunda hissetmezler kendilerini. İyilik, başkasının üzerinde görüldükçe takdir edilen bir elbise gibidir.
İnsanlar kendilerini sadece iyiliği övme, takdir etme ve onaylama mercii olarak görürler.
Böyle toplumlarda düzeni değiştirmek oldukça zordur.
Çünkü, herkesin kendisinden önce ötekini sorumlu tuttuğu bir ortamda otorite ve tahakküm imkanı oldukça fazladır. İktidar sahipleri, kitlelerin iyiliği için her şeyi yaptıklarını, her davranışlarının arka planında onların anlamadığı ama onların iyiliği için bir hikmet bulunduğunu, kendilerinin her şeyi düşünüp planladığını, kimsenin merak etmemesi gerektiğini, geleceğin daha iyi olacağını, ileri sürüp kitleleri kandırabilirler. İyiye, doğruya, sorumluluğa sahip çıkarak, kitlelerin adına her şeyi yapabilme yetkisine erişir ve kendi meşruiyetlerini buradan alırlar. Otorite, iktidar ve hiyerarşi, zaten kitlelerin gönüllü kulluğunun eseridir.
Kendini sorumlu davranmaktan münezzeh görenlerin çoğaldığı toplumlarda ilk yapılacak iş, bireylere kendi sorumluluklarını hatırlatmak ve kendileri için ancak ve sadece kendilerinin iyilik yapabileceğini sağlayacak bir anlayış ve ilişki hukukunu yaygınlaştırmak olmalıdır. Böyle toplumlara yapılacak en büyük iyilik, onlar adına, onlar için ve onları düşünerek iyilik yapmamaktır.

Çünkü herkes aslında iyiliğin ve kötülüğün ne olduğunu çok iyi bilir. Önemli olan, onlara bunları anlatmak ya da göstermek değil, kendileri olarak davranma, sorumluluk üstlenme ve yapmadıklarının bedelini ödeyerek yapmayı öğrenmelerine yardımcı olmaktır.

Zira iyilikte, kötülükte sebepleri ve sonuçları itibariyle her bireyin kendisi, yaşamı ve ölüm sonrası içindir.

Leave a Reply