All Posts By ahmetozcan

Açık Mektup: Şeytanın Genel Tarihi*

“Binlerce yıl sağılmışım, Korkunç atlılarıyla parçalamışlar Nazlı, seher-sabah uykularımı Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,Haraç salmışlar üstüme. Ne İskender takmışım, Ne şah ne sultan Göçüp gitmişler, gölgesiz! Selam etmişim dostuma Ve dayatmışım… Görüyor musun ? Nasıl severim bir bilsen. Köroğlu’yu,Karayılanı,Meçhul Askeri… Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini. Sonra kalem yazmaz,Bir nice sevda… Bir bilsen,Onlar beni nasıl severdi. Bir bilsen,…

28 Şubat: Anka kuşu ve Boş Küller

Avrupa ile ilişkili bir siyasal hareketten sezeryan yöntemiyle ABD ilişkili bir oluşum çıkarmak için ortama sis bombaları atılmıştı. Maksat hasıl oldu ve Türkiye, kendi sosyolojisinden türetilmiş kendine karşı ama suret-i haktan görünen yeni bir çizgiyle tanıştı.
28 Şubat, AKP’nin doğum kliniğiydi.

‘Ölü Ordunun Generali’

Herkesin geçmişte yaşanmış haklı-haksız bir savaşı vardı ve hepsi de ömürlerinin geri kalan kısmını bu savaşta kaybettiklerinin cesetlerini toplamakla geçiriyordu. Baktım hepsi de iskeletleri yarım, eksik, parçalanmış bir halde toplamıştı. Ve hepsi de bununla övünmeyi dava edinmiş birer ölü ordunun generaliydi.

İslam Rönesansı: ‘Doğu-Batı’ İllüzyonunu Aşmak

Batı ile batılılaşma, modernité ile modernleşme ile Avrupalılaşma aynı şey değildir. Tıpkı Doğu ve Doğuculuk, Doğu ve Asya, Doğu ve Despotizm, metafizik, gelenek, irfan, hikmet, vahiy, gerilik, gelişmemişlik ve benzeri “genelleme’lerin aynı şey olmadığı gibi. Tüm bunlar oryantalist perspektifin ürünü olan gayrı hakiki ve yanıltıcı illüzyonik yalanlardır.

Hegemonya Paradoksu

Statükocu elitlerin dönüşmek zorunda kalma sıkıntısının kin dolu uzlaşımcılığı ile Milli Görüş geleneğinden gelen siyasi partiler şahsında somutlaşan yeni elit adaylarının değiştirme irade ve çapından yoksun uzlaşımcılığı, yeni bir hegemonya paradoksu doğurmuştur.

‘Herkes’

“Herkes” var olamayan insanlık durumunun var olmayan çatısıdır. İnsanlar kendileri olmayı başaramadıkları ölçüde “herkese” sığınırlar. Olmayan varlıklar olmayan bir kişilikle kendilerini var etmeye çalışırlar. Politika, ekonomi ve
kültür alanları, bu “kişi”liksizliğin arenasına dönüşür.

Yükseliş ve Düşüş

Adam yerine konmayan bir toplumda düşkünlük böyle yücelmeye çalışır. Çürüme bu kanallarla iyileşmeye çabalar,
yıkılış, hakikat dışı yöntemlerle yükselişe çevrilir. Dinden çok mistisizm, ahlaktan çok ideoloji, adaletten çok çifte standart, özgürlükten çok yeni bağımlılık ve itaat biçimleri yaygınlaşır

Yücelti

Mahsun ve mazlum yığınlar, dinci oligarşinin eteklerine yapışıp kimlik bulmaya çalışan sahtekar ilim adamlarının ve aydınların metafizik saçmalıklarını değil, Kuran’ın hayata dair, insan-insan ilişkilerine yönelik üslubunu kullanan, düzene karşı taraf olabilen, gerçeği açığa çıkartan ve kitlelerin özgürleşmesini dert edinen gerçek ilim adamları ve entellektüelleri bekliyor.

Müstağni ve Münezzeh!

Kendini sorumlu davranmaktan münezzeh görenlerin çoğaldığı toplumlarda ilk yapılacak iş, bireylere kendi sorumluluklarını hatırlatmak ve kendileri için ancak ve sadece kendilerinin iyilik yapabileceğini sağlayacak bir anlayış ve ilişki hukukunu yaygınlaştırmak olmalıdır. Böyle toplumlara yapılacak en büyük iyilik, onlar adına, onlar için ve onları düşünerek iyilik yapmamaktır.

‘Vahşi Savaşçının Mutsuzluğu’

Toplumla, toplum uğruna savaşanlar arasındaki değiş tokuş vahşi savaşçı ile ilkel toplum arasındaki ölümcül denge’ye benzer:
Kan, can ve ter karşılığında halka, tarihe, çocuklara bergüzar kalacak saygın kimlik istenir.