Firar

“…Atımı alıp gelmesini buyurdum.

Uşağım ne dediğimi anlamadı.

Kendim gittim, eğerleyip bindim üzerine.

Uzaktan bir boru sesi işitip,

bu nedir diye sordum.

Uşağın hiçbir şeyden haberi yoktu.

Ve bir şey de işitmemişti.

Kapıda beni durdurup sordu:

“Bey nereye gidiyorlar?”

“Bilmem”, dedim, “Buradan uzağa işte,

buradan uzağa, hep uzağa buradan,

ancak böylelikle hedefime ulaşabilirim.”

“Demek hedefinizi biliyorsunuz?” diye

sordu uşağım.

“Evet” diye cevapladım, “söyledim ya.

Buradan uzağa-işte hedefim.”

Kafka, “Yola Çıkış”

 

Yaşamak ateş yalımına benzer.

Bir şerare aydınlığı gibi parlak ama geçici, bir yakamoz ışıltısı gibi çarpıcı ve uçarıdır.

Tam tutmak üzereyken avuçlarımızın arasından kayıp giden bir yıldız, ya da gözbebeklerimize gömülüp kaybolan bir ayışığı gibidir. Çıngısı geceden, ışıltısı karanlıktan doğar.

Bir firari ateş gibidir yaşamak. Bitmez tükenmez kopuşların, kesintisiz ayrılıkların, geri dönüşü olmayan uzaklaşmaların yekûnudur. Havaya düşen cemre, boşluğa sıçrayan kıvılcımdır.

*     *     *

Bir kaybediş öyküsü gibidir yaşamlarımız. Biteviye sahip olur ve kaybederiz. Kavuşur ve koparız. Bulur ve bırakırız. Ruhumuz tahassürü, bedenimiz infirak yarasını yaşar. Her kavuşma yeni bir susuzluk, her buluşma yeni bir kaybediş başlangıcıdır. Bütün sahip oluşlarımızda kaybetme kaygısını duyarız. Her kaygımız bize hükmeden korkular doğurur. Korkularımız bizi yeni sahip oluşlar için cesur kılar. Cesaretimiz, kaybedişlerimizin kafesi gibidir.

Bir ateş yalımı gibidir hayatlarımız.

Daima uzağa, uzaklaşmaya kaçarız. kaybettikçe hedeflerimizi daha uzaklara savurur, ruhumuzla ötelere savruluruz. Aynı olanın sonsuz dönüşü içerisinde daha başkayı ararız. Bir şerare aydınlığı gibi karanlıkta ışıldar, gözbebeklerimizde kaybolan ayışığı gibi ışıkta kayboluruz. Her kayboluşumuz yeni pırıltılara gece olur. Ateşimiz de aşklarımız gibi firaridir. Bütün kaçışlarımız yeni bir kaybedişle sonuçlanır.

*     *     *

Puslu ve bednam bir kalabalığın ortasında pusatsız kalmıştır ruhlarımız. Bir şekavet düzeninde tutsak, bir bendegân zindanında esir gibi yaşarız. Bütün kapılarımız paslı, her nefesimiz kirli, tüm bağlarımız lekelidir. Mahcur canlarımızı muhayyel bir canânla tamamlamak ister, yorgun ellerimizle tutamaklar ararız. Meftun gönüllerimizde iddiasız pencereler açar, fersiz gözlerimizle sabahlar yakalamaya çalışırız. Hep fecr-i Kazib düşer payımıza. Yalan ve sahte bir dünyanın güneşine açarız gözlerimizi. Ve firari özlemlerimizi her dem tazelemeye devam ederiz.

Ateşimiz, uzaklara sürer bizi. Buradan uzaklara kaçmaktır bütün düşümüz. Kafesimizden görülen hedefimiz ‘uzak’tır artık. Ona kavuşmak için uzaklara doğru yola çıkarız. Bir kaybediş öyküsüdür hayatlarımız. Geri dönüşü olmayan bir firarı bulur ve kaybederiz.

*     *     *

Bir ateş yalımıyızdır herbirimiz.

Boşluğa düşen Cemreye, havaya sıçrayan kıvılcıma benzeriz. Avuçların arasından kayıp giden bir yıldız gibi muziplikler yapar, geceleri parıldayan yakamozlar gibi göz yanıltırız. Her karanlığa bir çıngı gibi düşerek karanlıkları ürkütür, gözbebeklerine saklanarak ayışığını çalarız. Kaybetmemek için sıkı bağlanır, kavuşmak için kesin inanırız. Her zaman kaybeder ve hiçbir zaman da kavuşamayız. Bizi biz yapan ateşimiz, sevdamız kadar firaridir ve daima hedefimiz için buradan uzağa, uzaklara kaçmaya zorlar bizi.

İyilerimiz başarır ve iyi atlara binerek uzaklara gitmek için firar ederler.

*Ahmet özcan, Şeb-i Yelda’dan

 

Şeb-i Yeldâ

Leave a Reply