Omelas’i Bırakıp Gidenler

“…yıldızları süpürürsün, farkında olmadan güneş kucağındadır, bilemezsin. Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür, ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın. Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın, uçar gider, koşsan da tutamazsın.”
W. Shakespeare

Amerikalı ‘Alternatif Bilim-Kurgu” yazarı Ursula K. Le Guin, “Gülün Günlüğü” ismiyle yayımlanan öykü kitabına “günah keçisi” temasını işleyen “Omelas’ı Bırakıp Gidenler” adlı öyküyle başlar. William James’in, “Öyle bir dünya varsayalım ki.. Milyonlarca insan sürekli mutlu yaşasın, ama bir şartla; uzaklarda bir yerde bir yitik ruh tek başına eziyet çekmek zorunda olsun. Bir an için içimizden bize sunulan mutluluğa yapışmak gelse bile yine ilk kapılacağımız özgül ve bağımsız duygu, bilerek, isteyerek böylesi bir pazarlıkla elde edilen mutluluğun ne kadar çirkin bir şey olduğudur.” şeklinde tavsif ettiği ütopyadan esinlenen yazar, barış (selam) kelimesinin tersinden okunuşundan türettiği “Omelas” isimli bir ülke tasavvur eder; Bu ülkede çok az yasa ve kural vardır, köle, kral ve asker olmadığı gibi, borsa, reklamlar, gizli polis ve bombalar olmadan da işleri yürümektedir. Bu masal kentinde insanlar gerekli olanla gereksiz olan arasında dengeli bir ayrım yapmış ve sınırsız ve cömert mutlulukla yaşamın zaferini paylaşmaktadır. Ne var ki Omelas’ın güzel kamu binalarından birinin bodrumunda kapısı kilitli, penceresiz, pislik dolu bir oda vardır ve burada bir çocuk yaşamaktadır. Çok az bir yiyecekle yaşayan, çıplak, zayıf ve korku dolu çocuğun hiç ışık, gülümseme ve iyilik görmeyen gözleri, yalnızca arada bir gelip kendisini tekmeyle uyandıran birkaç kişinin tiksinti dolu bakışlarına aşinadır. Omelas kentinin insanları onun orda olduğunu bilir, orada olması gerektiğini bilir; zira mutlulukları, kentlerinin güzelliği, dostluklarının sıcaklığı, çocuklarının sağlığı, alimlerinin bilgeliği, zanaatkârlarının ustalığı, hatta hasatlarının bolluğu ve göklerin berraklığı tümüyle bu çocuğun
dayanılmaz sefaletine bağlıdır.
Çocuğu ziyarete gelen insanlar içerisinde bir şeyler yapmak isteyen, öfke ve kızgınlık duyup çocuğu kurtarmaya çalışanlar da vardır. Ama ne çare ki, çocuk artık salıverilse bile özgürlüğünü elde edemeyecektir. Gerçek bir coşkuyu tanımayacak kadar aşağılanmış ve aptallaşmıştır. O durumdan kurtulamayacak kadar uzun bir süre korkarak yaşamışta O durumdan kurtulması dahi artık onun mahvolmasından başka bir mana ifade etmeyecektir. Omelas kenti, o çocuk gibi kendilerinin de özgür olmadığının farkındadır. Omelas’ın bazı insanları bu çaresizliğe dayanamaz ve hiç değilse kendilerine karşı dürüst olabilmek için Omelas’ı terk edip giderler. Kimse nereye gittiklerini bilmez ve bir daha da geri dönmezler.
Omelas’ın düzeni, bütün kötülüklerin bir “günah keçisi” olarak seçilmiş çocukta toplandığı ve ondan dolayı yapmacık, geçici ve sahte bir iyilikler dünyasının kurgulandığı ikiyüzlü bir düzendir. Sahip olunan mutluluğun başkasının mutsuzluğu ile elde edilmiş oluşu, yaşamın coşkusunun, başkasının her an ölümünden kaynaklanması, güzelliklerin, sevgilerin ve bolluğun başkasının çirkinliği, nefreti ve tiksindirici varlığına fatura edilmiş oluşudur Omelas. Bir günah keçisi bulup, gerçeği bütün yönleriyle karşılamaktan korkmak ve kendi kötülüğünden, çirkinliklerinden kaçmaktır, Omelas’ın İnsanlığı…
Amerikan vicdanıdır mesela; Komünizm heyulasından sonra Humeyni, Saddam, Kaddafi, Hizbullah, Hamas, El Kaide ya da Almanya, Japonya, Çin gibi kötülük mitleri üretmeden var olamaz.
Türkiye’nin yaşlı şefleridir veya; “Sovyet beşinci kolu”, “bölücüler”, “şeriatçılar” hep potansiyel veya fiili tehdit unsurudur. En pis şartlarda varlıkları kontrol altında tutularak yaşatılmalı ve hiçbir ışıktan, nimetten, güzellikten faydalanmamalıdırlar. Onların sefaleti devletin ve düzenin meşruluğudur.
Muhalif toplumsal akımlardır ya da; bütün fitne, fesat, zulüm, sömürü, alçaklık, Amerika’dır, Siyonizmdir, Batı’dır, içimizdeki uzantılardır. Gerçek tarih, gerçek olaylar, gerçek kişiler yerine kurgusal ve abartılı düşman mitleridir çoğu zaman var oluş nedenleri.
1980 kuşağıdır belki de; Her sahip oluşun bir başka kaybedişten, her mutluluğun bir yerlerdekilerin mutsuzluğundan, her sevincin bir korkunç acıdan, her rahatlığın ötekinin kederinden doğduğunu unutmuş, bütün terk edişlerinde öne sürdüğü günah keçilerinin kendi varoluşunun sebebi ve sonucu olduğunu bilmemezlikten gelmiştir. Çektiği acıların, kırgınlıkların, kızgınlıkların, yenilgilerin, yoksullukların, yorgunlukların faturasını birilerine ya da bir şeylere hamledip, geçmişin rantı ya da inkarı üzerine bina ettiği bugününü tüketmeye çalışmaktadır. Geleceği ise yeni günah keçilerinin imaline bağlıdır.
Bu kuşağın içerisinde “Omelas’ı bırakıp gidenler in sayısı çok azdır. Gerçeği bütün yönleriyle kabullenen, gözünü uzak ve büyük hedeflere dikmiş, günah keçileri üretip yaşamını onların varlığı üzerine kurmayan, yanlışların, hataların, zaafların da paylaşılabileceğini bilen, kendi “nefs”lerindeki Omelas ülkelerinden çıkıp özgürlüğün ve esenliğin sabır, sebat ve umut dolu yürüyüşüne devam edenlerin sayısı her geçen gün azalmaktadır.
Ama onlar, tam bir zafer hissi için tam bir umutsuzluğun yaşanması gerektiğini bilirler. “Popüler ve Medyatik umutların” aniden sönüp tam bir umutsuzluğa dönüşeceği günlerin yakın olduğunu da..

Leave a Reply