Zehir

İngiliz tarihçi Edward H. Carr, 19. yüzyılın Rusya’sından kaçarak politik mülteciliği yaşayan devrimci kuşağın dramını anlattığı “Romantik sürgünler”  isimli kitabında, bu kuşağın öyküsünü şöyle özetler:
“İdeallerini aramak için yola çıkmışlardı; ama tutkular ve hayal kırıklıkları ile döşenmiş uzun bir yolun sonunda sadece kendi gerçeklikleriyle karşılaştılar.”
Bireysel yıkımlar, ihanetler, çözülmeler ve karmaşık ilişkilerle dolu hayatların öykülendiği kitapta bir devrimcinin dostuna mektubu, dramın boyutlarına ışık tutar:
Eskiden, birinin, tek bir söz, tek bir fikir uğruna bir adamı çarmıha germeye, ya da onun için çarmıha gerilmeye hazır olduğu günler çok daha iyiydi. Şimdi her şeye alıştık. Yanaklarımız alev alev yanmıyor, kalbimiz göğsümüzden çıkacakmış gibi çarpmıyor; bir tür zehir bütün benliğimizi uyuşturuyor. Ve kendimizi esirgemek ya da feda etmek için en küçük bir arzu bile duymaksızın, sessizce -nasıl anlatayım- uysalca, dilsizce acı çekiyor, katlanıyoruz…

“Bir tür zehir”, ideallerini aramak için yola çıkan birçok kuşağın benliğini uyuşturdu. Başka bir dünya kurma özlemi,
çoğu zaman acılı dönemeçlerin yorgunluğunun biriktiği limanlarda sona erdi. “Kalplerin aralıksız kanat çırptığı, durmaksızın oradan oraya uçuştuğu, arzuyla dolup taştığı” günler yerini realitenin egemenliğine bıraktı. Romantizmin gerçekliğe dönüştüğü, heyecanın hesapla, coşkunun dinginlikle yer değiştirdiği anlar yaşandı. Tutkular; elle tutulur sahip oluşlar karşısında eridi. Ütopyalar defalarca buhar oldu, kutsallar birçok kez yıkıldı, yüce sevdalar çok defa unutuldu ve bitti.
Geriye ise her zaman toplumların vicdanını temsil eden sürgün kuşaklar, yorgun, kayıp ve tükenmiş ruhlar, acı ve hüzün dolu anılar, yarım kalmış özlemler kaldı. “Bir tür zehir”, dünyanın birçok bölgesinde, birbirinden çok farklı amaçları olsa da “romantik sürgünlerin” bozgununu ortak ve değişmez bir kadere dönüştürdü. İdeal için yola çıkıp, hayal kırıldıklarından sonra gerçeklikle buluşmanın değişmez öyküsünde ana tema; bedenleri ve ruhları uyuşturan bir zehirin damarlardaki dolaşımıydı.
Her toplumun, özellikle çürüme belirtileri gösteren ve büyük çaplı depremlerin eşiğinde bulunan halkların vicdanını
idealist kuşaklar temsil eder. Çöken bir yanın tradejisine inat, diri kalan bir ruhun dramını yaşamak zorunda kalan bu sağlam insanlar bir süre sonra yenilgilerle tanışırlar. Damarlarına giren bir tür zehir; bazen yenilmişlik şoku, bazen de yorgunluk duygusudur. Kimileri için fırtına sonrası sükunetle tanışmanın verdiği acımasız realiteler, bazıları için de bedensel ve zihinsel sürgünlerin acısını kaldıramayacak kadar bîtap düşme encamıdır. Bir tecennün  öncesi kaygı, bir sergüzeşt sonrası yalnızlık duygusu da olabilir. Meftun ruhların zehiri, şu veya bu nedenle kendilerini görmezden gelen bendegân bir toplumun tâ kendisidir aslında.
Şekavet  düzenlerini adaletle, bukağı bağlanmış ruhları özgürlükle, meyus gönülleri aşkla temizlemek için biteviye koşturmak ve yaklaşmakta olan kutlu doğumların çıngısı olabilmek ise bu ağı’nın panzehiridir.
Ancak, çürümekte olan bir toplumun vicdanı olanları zehirleyen ve onların panzehir etkisini ortadan kaldıran fasit
daire, zehir yasasını egemen kılmaya devam eder:
Toplumun çöküşüne panzehir olanlar, bizatihi zehir etkisi gösteren toplum tarafından tedip edilir ve susturulurlar. Romantik sürgünler, bir kez daha yenilir ve bir kez daha kendi gerçeklikleriyle baş başa kalırlar.
Eğer bir gün, yanaklarımızın alevinin söndüğünü, kalbimizin göğsümüzden çıkacakmış gibi çarpmadığını, adanmışlık duygumuzun körelip, serazat ruhlarımızın sükunet bulduğunu hissedersek, “bir tür zehir” bizim de damarlarımıza şırınga edilmiş demektir.
Eğer bir gün, hayallerimizin hesaplı, hedeflerimizin dünyevi, ufkumuzun mahcur, sevdamızın müraî olduğunu fark
eder, sahip oluşlarımızla baş edebilmeyi vicdanımıza değişirsek, panzehir etkimiz sona ermiş demektir.
Ve eğer bir gün, kendi basit gerçeklerimizin pençesinde uysalca, dilsizce acı çekip, katlanmaya başlarsak, toplumun vicdanı da zehirlenmiş, ve yaşamak için hiçbir nedenimiz kalmamış demektir.

Çünkü bizim çöküşümüz, her şeyin, evet her şeyin bitişi demektir.
Çünkü, aşk da bizle yaşar, özgürlük de…
Çünkü, erdem de sayemizde bulunur, bereket de…
Bunu “efendi”ler anlamaz, toplum umursamaz ama biz, çok iyi bilmek ve unutmamak zorundayız.
Çünkü, gelecek “biz”iz.

Leave a Reply