Yükseliş ve Düşüş

Bireyler gibi toplumların da çöküşü, ahlakî yozlaşmayla başlar.
İnsan olmanın temel şartları olan ahlakî standartlardan başlayan bir gevşeme ya da kayıtsızlık, ciddi bir düşüşün, bozulmanın ve çürümenin göstergesidir. Bireyler gibi toplumlarda da baş gösteren bir laubalilik ya da umarsızlık hali daha köklü çözülmelerin işareti sayılmalıdır. Ahlakî ölçülere karşı duyarsız hatta küstah bir tutumu alışkanlık haline getiren birey ve toplumların akıbeti insanî düzeyden alçalma ve düşüştür. İnsanlıktan uzaklaşmanın konuşulmaya başladığı bir yerde hiçbir değer yargısı, hak ettiği muameleyi görmez. Çünkü, düşkünlüğü yaşayan insanlar, ideallerden, değerlerden, ahlaki ölçülerden rahatsız olurlar. Zaman zaman ‘ahlakî” temalara vurgular veya övgüler yapılabilir, ancak bu sahte ve iki yüzlü bir şovdan başka bir anlam ifade etmez.
Kendisine ideallerinin güzel, ama gerçekleşmez olduğu söylenen bir İspanyol devrimcisinin cevabındaki gibidir durum:
“Tabii ki ideallerimizi gerçekleştirmek olanaksız, ancak bugün
olanaklı olan her şeyin değersiz olduğunu görmüyor musunuz?”

Düşüş yaşayan toplumlarda olanaklı fakat değersiz olan her şeyin baş döndürücü bir hızla gerçekleştiği görülür. Her
tür kötülüğün, yanlışın, haksızlığın bin bir türü keşfedilir. Akla gelmedik yolsuzluk yöntemleri, olmadık cinayet türleri, şeytanı kıskandıran hile ve yalanlar, zulüm, işkence, katliam, infaz ve yok etmenin sayısız metodu toplumun üzerine kabus gibi çöker. Zina, sarhoşluk, kumar ve her tür sapıklığın önü sonuna kadar açılır. En basit insanî ihtiyaçlar ticarete, en sıradan ticari etkinlikler mafyaya, en doğal haklar ötekini yok etme vasıtasına dönüşür. Böyle toplumların derinden gelen sancısını bastıran ve fark etmesini engelleyen çeşitli araçlar, devasa sektörler halinde hükmetmeye başlar. TV, müzik, spor ve mizah, birer uyuşturucu nesnesi gibi toplumun damarlarında dolaşmaya başlar. Bunların birer eğlenme aracı olmaktan çıkıp, bir çöküş göstergesi olmaya başladığını hissetmek zor değildir. Örneğin Herman Hesse’nin dediği gibi “çürümekte olan toplumların müziği gürültüdür”. Başıboş, zevksiz
ve tahrip edici bir gürültünün müzik sayıldığı bir yerde ciddi sorunlar var demektir.
Çürümekte olan toplumlarda müraî davranışlar çoğalır.

Yükselme ve yücelme çabaları da düşkünlüğün kalıpları içerisinde ve sahte bir görünümle sürer. Özellikle bizim gibi tarihi boyunca “insan”ın insan olarak, birey olarak değer sahibi olmadığı toplumlarda ilginç yücelme yöntemleri icat edilir. Her gün bir “peygamber” ortaya çıkar, olağanüstü güç sahipleri ortalığı sarar, cinler, periler, canavarlar, ufolar, esrarengiz olaylar büyük bir alaka görmeye başlar. Bu durum açık bir düşkünlük göstergesidir. İnsanlar normal insanî düzeyde yaşayamadıkları ortamlarda, olağanüstüye, esrarengiz e, metafiziğe, “herkese nasip olmayan”a sığınırlar ve bu sığıntıların eteğine yapışarak, onlara inanarak, “evet gördüm”, “vallahi doğru”, “hayret bir
şey” diyerek bu “yücelmenin gerisinde kalmamaya çalışırlar.
Adam yerine konmayan bir toplumda düşkünlük böyle yücelmeye çalışır. Çürüme bu kanallarla iyileşmeye çabalar,
yıkılış, hakikat dışı yöntemlerle yükselişe çevrilir. Dinden çok mistisizm, ahlaktan çok ideoloji, adaletten çok çifte standart, özgürlükten çok yeni bağımlılık ve itaat biçimleri yaygınlaşır ve düşüş bu yeni görüntüyle devam eder. Herkesin “kirlendiği”, yozlaştığı, çözüldüğü bir toplumda ‘temiz’lik dahi iki yüzlülüğün ve alçaklığın bastırılması için kullanılır. Bir fahişeyi taşlayarak öldürmeye çalışan halka dönerek “içinizde kim temizse, ilk taşı o atsın” diyen Hz. İsa’nın örneğindeki gibidir her şey. Toplu kirlenmenin bastırılması için münferit temizlik şovları yapmak, çürümekte olan toplumların en sık rastlanan alışkanlıklarından biridir.

Bireyler gibi, toplumların da çöküşü ahlaki yozlaşmayla başlar. Ahlaki yozlaşma ise “değer”lerin, “ölçü”lerin, “ilke”-
lerin, “ideal”lerin,”ütopya”ların “önemsiz”leşmesi ve “bir defalığına” çiğnenmesiyle başlar. Sınırlar bir kez aşıldı mı, değerler bir kez unutuldu mu, hedefler bir kez saptırıldı mı çoğu zaman geri dönüş yoktur. Fukahanın kadim ölçüsündeki gibi, “Nafileyi terk eden sünneti de terk eder, sünneti terk eden farzı da ihmal eder, farzı ihmal edenin imanı da zayıflamaya başlar.” En basit ölçülerdeki bir kayıtsızlığın sonu, düşüşle biter.

Çökmekte olan toplumların yükseliş yolu, en basitten başlayarak ahlakileşme yönünde bir arzunun ortaya çıkmasından geçer. Bireyler gibi toplumların da yükselişi ancak dürüstlük, samimiyet, inanç ve değerlere azami itina gösterme doğrultusunda uyandırılacak bir hassasiyetle mümkündür.
Bunu gerçekleştirmesi beklenen insanların da Dinlerini keyiflerinin oyuncağına dönüştürüp, iki yüzlü ve sahte cennetler kurması, düşüşü kaçınılmaz kılacaktır. Oysa Din, yükselişin mümkün olan tek ve dürüst yoludur. Çünkü Din, edeptir.
Edep tükenirse din de kalmaz, insanlıkta…

(ilk yayın: Haftaya Bakış dergisi, 1995)

Leave a Reply