Yeni Büyük Oyun, Yeni Soğuk Savaş

(Not: Bu makale, 2005 yılında Yarın dergisinde yayınlandı. 2010 yılında ‘Teolojinin Jeopolitiği’ kitabına güncellenerek eklendi. Makale yazılırken Arap baharı, Rusya ve İran’ın Suriye’de Müslüman katliamı, sahte osmanlıcı FETÖ’nün darbe girişimi ve Rusya’nın Ukrayna işgali henüz yaşanmamıştı. Bu gözle okunması ricasıyla yeniden ekliyoruz.)

ABD Ulusal İstihbarat Konseyi, aralık 2004 tarihinde tamamladığı “Küresel Geleceğin Haritası-2020 Tahmini” başlıklı bir rapor açıklamıştı. Küresel gelecek projeksiyonları içeren bu rapor, bir çok yeni senaryo ve komplo teorisine de ilham vermiş, daha doğrusu öteden beri konuşulan yeni dünya düzenine dair senaryoların ABD ve küresel güçlerin tartışma gündeminde olduğu belirginleşmişti.

Atlantikçi küresel koalisyonun (ABD-İngiltere-İsrail) gelecek senaryolarını doğru yorumlayabilmek için önce, bu koalisyonun içine bakmamız gerekir. Tüm senaryo ve siyasetlerinin anlaşılması için, dünyayı kontrol etmeye çalışan bu gücün doğru değerlendirilmesi, iyi bilinmesi gerekir. Önce şunu belirtelim, tüm ABD menşeli raporlarda dikkat çeken bir husus var. Son derece rahat, açık ve pervasız bir üslupla yazılıyorlar. Bazen bu üslupla içindeki zekayı bağdaştırmak kolay olmuyor. Sanki üslupla zeka ayrı güç merkezlerini ifade ediyor. Yani ABD’nin içine yakından bakınca görülen girift bir manzarayla, bir tür matruşka düzeneği ile karşılaşıyoruz. İç içe geçmiş birden fazla güç merkezi veya farklı odak tek bir kimlikle kendini dünyaya sunuyor gibi.

ABD nedir? sorusu bu bilmeceyi çözmenin ilk adımı. ABD, ABD midir, yoksa daha fazla bir şey midir? ABD’yi anlamak için galiba önce baş müttefiki tecrübeli emperyalist İngiltere’ye bakmamız gerekir. Büyük Britanya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Churchill’in ifadesiyle, “gücünü ABD’ye ödünç vermişti”. Bu alışverişin bugün ne durumda olduğunu tam olarak bilemiyoruz. En azından görünürde ödünç verme ilişkisi aynen devam ediyor. Ancak burada Büyük Britanya ya da Birleşik Krallık olarak bilinen iradenin ABD içinde bir tür mimar aklıyla var olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Tasarlayıcı akıl olarak İngiliz aklının, müteahhit olarak ta ABD gücünün bileşiminden bahsedebiliriz. Bu bağlamda, ABD raporlarındaki ince işçiliği İngiliz aklıyla, pervasızlığı ise ABD’nin kovboy-müteahhit tarzıyla izah etmemiz mümkündür. İngiliz aklı, ABD matruşkasının en içteki katmanıdır.

Öte yandan, tüm meşhur komplo teorilerinin kaynağı olan ABD’deki Yahudi gücünü de matruşkadaki ikinci katman olarak görmek mümkün. Bu iki katmanın dış yüzeyinde ise, Amerikan sömürgeciliği, Amerikan iç savaşı, Amerikan kurucu bağımsızlık geleneği içinden süzülerek gelen iki karşı denge katmanı bulunuyor. Birleşik Krallık iradesine karşı WASP olarak nitelenen Pentagon ve Kongre’de kendini gösteren konvansiyonel bir ABD siyasal iradesi. Ve Yahudi küresel sermayesine karşı askeri endüstriyel kompleks olarak tanımlanan ABD sermaye gücü… Şimdilik iç içe geçmiş dört katmanlı bir matruşka resmi çıkartabildik. ABD nedir? sorusuna en azından dört ayrı cevap verebiliriz: Pentagon, ABD sanayi sermayesi, Britanya ve Yahudi küresel sermaye… Bu dört vektörü anlamlı bir bütüne dönüştüren üst bir iradeden de bahsedilebilir. En tepede dar ve saklı bir kurmay elit (komplo teorisyenleri bu elite İllimünati diyor)… İşte ABD, özet olarak bu dört katmanlı ekonomi-politik gücün adıdır. ABD’yi sadece WASP ya da beyaz -Anglo Sakson-Protestan özellikleriyle sayılan Amerikan derin iradesi olarak görmek eksik bir bakıştır. Çünkü ABD matruşkasındaki İngiliz ve Yahudi renklerini gizlemektedir.

Peki İngiltere nedir? Büyük Britanya ve Birleşik Krallık. Birçok ismi, sıfatı olan bu beyaz-Kalvinist Protestan-Anglo-Sakson ülke, gerçekte nedir? Son yüzyıl içinde iki dünya savaşından galip çıkan bu ülkenin oyundan gönüllü olarak çekildiği söylenebilir mi? Ve neden son iki yüz yılın büyük emperyalisti aleyhine dünyanın hiçbir anti emperyalist eyleminde slogan dahi atılmaz? “Kahrolsun Amerika” denir de , “Kahrolsun İngiltere” denmez?..

Britanya, herhalde 18. ve 19. yüzyılın sömürgecilik deneyimi bilinmeden anlaşılamaz. Bu deneyim, asıl olarak Hindistan’ın bir tür laboratuvar olarak kullanıldığı işgal devirlerinde doruğa çıkmıştır. “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk”, Fransa ile birlikte 17. yüzyıl boyunca dağılan İspanyol sömürgeciliğinin paylaşılması sürecinde şekillenmiş, ancak esasen 18. ve 19. yüzyıllarda Asya’yı, özellikle Hindistan’ı sömürme deneyimi sayesinde kurulmuştur. Bu deneyimde dikkat çeken bir husus vardır. East İndian Company… Doğu Hind Kumpanyası ya da Şirketi, Britanya’yı anlamamızı sağlayacak en önemli anahtardır. Bu şirket, belki bugünkü manada ilk küresel şirket olmanın ötesinde, yine bugünkü anlamda ilk küresel politik güçtür. Ve en önemlisi, 1850’lerdeki başarısız Afganistan işgali bahane edilerek kapatılması ile su yüzüne çıkan bir Britanya iç çelişkisi gerçeğinin de aynasıdır. Küresel sömürgecilik deneyimi sırasında küresel bir aktör olarak kendi başına davranmaya kalkan Doğu Hindistan Kumpanyası, Birleşik Krallık iradesi tarafından lağvedilmiştir. Büyük Britanya, konvansiyonel İngiliz devleti ile küresel İngiliz gücünden oluşan ve bu ikisinin çelişkilerinden güç devşirerek büyümüş bir güçtür. Tıpkı Roma ile Kartaca çelişkisi gibi. Birleşik Krallık ile Doğu Hind Kumpanyası arasındaki çelişki, bugünkü ABD-İngiltere ‘devlet’leri ile küresel finans kapital arasındaki çelişkileri anlamamıza da imkân sunar.

Yahudi gücü ise, esasen Britanya’nın Doğu Hind Kumpanyası rolüne benzer bir konumda olan bir güçtür. En az teritoryal, dolayısı ile de en az sadık ve güvenilmez katman budur. Bu nedenle kendini mümkün olduğunca abartarak öne çıkarma eğilimi baskındır. Yahudi sermayesi, son tahlilde ABD-İngiliz konvansiyonel gücün kontrolünde bir müttefik  konumundadır.

Pentagon ve Sanayi Sermayesi ise WASP olarak bilinen karaktere sahip, içinde Monroe Doktrini gibi izolasyonist eğilimlerle güneyli ruhunun kayıtsızlığı gibi tutumları da barındıran karmaşık bir odaktır. Karmaşa, kısa ABD tarihinin henüz olgunlaşmamış, sahici bir devlet derinliğine ulaşmamış sığlığından kaynaklanır. İngiliz mimari aklı, en çok bu sığlığı istismar ederek nüfuzunu sürdürür.

Evet, tüm bu katmanlar, toplamda tek bir güç merkezini ifade eder; Atlantik ya da Anglo-Sakson deniz imparatorluğunu… Ama başta ABD için bahsettiğimiz matruşka karakterini unutmamak kaydıyla. Yani bu imparatorluk, aslında dört ayrı gücün vektörel bileşkesini ifade eder. Her vektör, kendi başına bir iradeyi temsil etmekte ve bir biriyle çelişen iç gerilimleri olmakla birlikte, bir üst maksatta birleşmiş, anlamlı bir momentum yakalamış gibidir. İşte bu dört ayrı iradenin bileşkesi olarak Anglo Sakson İmparatorluğun ortak amacı, tek dünyacılık yani onların kontrolünde bir dünya imparatorluğu düzenidir. Küreselcilik, bu amacın kibar ifadesidir.

Paul Keneddy’nin “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Düşüşü” isimli kitabı, İbn-i Haldun’dan beri formüle edilmiş bir gerçeğin modern tekrarı gibidir. Her imparatorluk da, tıpkı insan gibi, doğar, büyür ve ölür. Büyük Britanya, gücünü ABD’ye ödünç vererek, ölümünü ötelemek istemiştir. Üzerinde güneş batmayan imparatorluk fikri, esasen ölmeyen imparatorluk manasındadır. Yani Anglo-Sakson irade, bir tür ölümsüzlük iksiri aramakta, ebedi bir hegemonya kurma formülü peşinde koşmaktadır. Dünya hükümeti kurma amacı ve Fukuyama’nın tarihin sonu tezi, esasen işte bu arayışın dile gelmiş halidir.

Anglo-Sakson küresel imparatorluğun iç çelişkileriyle kavranması, yürüttüğü hegemonya programının doğru anlaşılmasını da sağlayacaktır. Tabi ömrünü uzatma çabası ile birlikte. Göründüğü kadarıyla, Atlantikçi küresel gücün iç çelişkileri, yürütülen programın ayrıntılarında açığa çıkmaktadır. Özellikle yeni dünya düzeninin konvansiyonel güçlerle (ulus devletler ve siyaset) yeni küresel dinamiklerin (akışkan sermaye ve bağlantılı ticari, sivil kurumlar-NGO, Medya, Finans vb.) hangisi üzerinde kurulacağı sorunu, neredeyse başat çelişki durumundadır. ABD ve İngiltere devletleri, ulus devlet formülasyonundan vazgeçmiş görünmemektedir. Küresel sermaye ise ulus devletlerin etkisizleştirilmesi, en azından küçültülerek tüccarların bir aracı kurumuna dönüştürülmesinden yanadır. Bu noktada sanayi sermayesinin enerji ve savaşa dayalı politikalarla konvansiyonel kanada yakın durduğu, mali sermayenin ise yeni teknolojiler ve yeni enerji kaynaklarının geliştirilmesine odaklı perspektifle neo-liberal ekonomik faaliyetlere dayalı rafine kontrol düzeneklerini öncelediği söylenebilir.

Bu ana çelişki, yürütülen programın ayrıntılarına da yansımaktadır. Ancak görünen odur ki, konvansiyonel vektör sürece damgasını vurmakta ve onun politikaları tayin edici olmaktadır. ABD denilen matruşkanın konvansiyonel kanadı, soğuk savaş alışkanlıklarını yenileyerek sürdürmekten yana görünmektedir. Bu bağlamda karşı denge üzerine kurulu düşman konseptinin tayini de bu kanada aittir. Rusya, yeni soğuk savaşta karşı denge olmaktan çıkartılmış görünmektedir. AB, Japonya, Hindistan ve Çin karşı denge adayı olmaktan çok, kontrol altındaki rakip güçlerdir. Esasen, Anglo-Sakson ittifaka, bir önceki yüzyılda olduğu gibi, sahte bir düşman gerekmektedir. Rusya, artık iddialarını koruduğu sürece gerçek bir düşman, iddialarından vazgeçtiği oranda ise kontrollü bir rakip statüsündedir. Rusya’yı gerçek düşman yapacak iddianın tek göstergesi, Berlin-Moskova-Tokyo ekseninin kurulması olacaktır. Bu nedenle, Atlantik’in Rusya siyasetinin esas olarak bu ekseni sabote etmek üzerine kurulacağı söylenebilir. Şimdilik Çin, en uygun karşı kutup adayı gibi görünmektedir.

AB, önemli ölçüde kontrol altında bir rakiptir. Almanya’nın IV. Reich siyasetine yani yeni bir Lebensraum’a (hayat alanına) yönelmesi, yakın vadede mümkün görünmemektedir. Alman siyasal elitinin esas olarak Atlantik’in yorulacağı günlere hazırlık yapmayı tercih ettiği söylenebilir. Anglo-Sakson gücün en derin korkusu, Almanya’nın Aryan birliği konseptiyle İran ve Hindistan’la yeni bir cephe kurmasıdır ki, Drang Nach Osten (Doğuya doğru) siyaseti, işte o zaman Avrasya ve Asya’da hayata geçebilir.

Fransa ise, AB içinde söz sahibi olmak dışında küresel bir iddia sahibi gibi görünmemektedir. Tek istisna, Latin Amerika’daki derin Katolik hareketliliktir. Ancak Fransa’nın Meksika-Küba-Venezüella vb. yerlerdeki elinin, esas olarak ABD ile pazarlıkta kullanmaya dönük kozlar olarak değerlendirilmesi gerekir. Afrika’da ise tasfiye edilmek istenmekte, buna karşın Çin’le ittifak kurma ihtimali taşımaktadır.

Bu manada, küresel koalisyonun konvansiyonel kanadının gelecek senaryosunda, dünya hükümetine giden yol, çok kutuplu yeni bir bloklaşmanın yaratacağı gerilimin sonucunda doğacaktır. Bu da yeni bir soğuk savaş düzeni senaryosunu gündeme getirmektedir.

Öte yandan koalisyonun finans-kapital kanadının yöntemi ise, tıpkı 19. yüzyılın ilk yarısındaki Doğu Hind Kumpanyası gibi, matruşkanın üst iradesi olmaya çalışmak ve konvansiyonel kısıtlardan kurtularak tamamen seyyal ve daha rafine yeni mekanizmalarla sistem dinamikleri geliştirip süreci kaosa zorlayarak sonunda düzeni kurma stratejisi gibi görünmektedir. Bu bağlamda, teritoryal bağımlılığı olmayan bu kanadın, orta vadede Amerikan kıtasından Pasifik’e, şimdiden yerleştiği Çin’e göç etmesi ihtimali vardır. Bu iki kanadın belirttiğimiz karakteristik yöntem farklılığına dayalı iç çelişkileri, küresel koalisyonun temel zaafıdır. Ve küresel kapitalist-emperyalist sistem, asıl olarak bu zaafı üzerinden yıkılacaktır.

Küresel koalisyonun ya da ABD denilen matruşkanın iki kanadına ait iki farklı yöntemden yola çıkarak, iki ayrı gelecek senaryosu üzerinde tartışabiliriz. Bu senaryolar bağlamında Türkiye’nin olası gelecek senaryosu da sahte bir Osmanlı kurgusu olabilir:

YENİ DÜNYA DÜZENİ İÇİN İKİ SENARYO VE SAHTE OSMANLICILIK

İşte şimdi, yeni soğuk savaş hazırlığı olarak nitelediğimiz yeni dünya düzeni de, böyle bir düzeneğe benzer şekilde kurgulanacak gibidir. Sosyalizm yerine İslam, Rusya yerine Türkiye geçirilmek istenecektir. Büyük Ortadoğu Projesi, Neo Osmanlılık, Türkiye modeli, Hilafetin ihyası… Tüm bu söylemler, aslında adım adım sahte bir rakip gücün inşası ile alakalıdır.

Bu sahte gücün oluşumuna dair ABD raporlarının satır arasından ve yürütülen pratikten çıkarsadığımız öngörülerimiz, (ya da kimileri için komplo teorimiz) şöyledir:

Türkiye (İstanbul) merkezli gücün hormonlu bir şekilde yeniden formatlanması için, önce diz çöktürülerek tüm sinir sistemleri, direnç dinamikleri elinden alınacak ve de olası bir sahicileşmeye karşı, tıpkı Rusya’ya karşı Maoculuk gibi, Şii ekseni kurularak çizilmiş haritanın dışına çıkışı engellenecektir. Şii dinamiği, hem İslam dünyasını bölmeye yarayacak hem de jeopolitik haritada oluşacak olan bu ‘sahte Osmanlı’nın doğuya ve açık denizlere çıkışının önünü kesecek bir tür Neo Safevi misyonu olacaktır. Bu arada Rusya, küçültülerek iri bir milli devlete dönüştürülecek ve de Karadeniz kıyısı ‘sahte Osmanlı’ya, Balkanlar ve Doğu Avrupa ise AB’ye tımar olarak verilecektir. ‘Sahte Osmanlı’nın ekonomisi AB’ye, güvenliği ABD’ye, diplomasisi İngiltere’ye ve iç siyasetiyle birlikte vitrini de ılımlı İslam denilen bir Müslüman görüntüye teslim edilecektir. Bu sembolik vitrin düzenlemesi için gerekli eski elitin tasfiyesi işi de, AB süreci yoluyla yürütülmektedir. Böylece yeni elitlerin sahneye değişimci görüntüyle çıkarak meşrulaşması da temin edilecektir.

İşte tüm bu düzenleme ile birlikte düşünüldüğünde Afganistan ve Irak işgalleri anlam kazanmaktadır. Afganistan, Rusya’yı küçültme, Orta Asya’yı kontrol ve de Asya’ya verilecek yeni şekil için seçilmiştir. Ancak halihazırda askeri yönetiminin Türkiye’ye verilmesinin nedeni Irak’tır. İlerde Irak’ın yeniden inşası işi Türkiye’ye bırakılırken, Afganistan’da “deneyim” kazanan Türk personel Irak’a aktarılacaktır. Irak, esas olarak konvansiyonel ABD kanadının inisiyatifiyle ve İsrail’in güvenliği için değil, ‘sahte Osmanlı’nın tımar bölgesi olarak  ve Şii ekseninin Ortadoğu merkezi için yapılan hafriyat çalışması için işgal edilmiştir. İsrail’in güvenliği söylemi, Yahudi partisinin desteğini sağlama amaçlıdır. Irak işgali, hem Şii- Sünni ayrımını keskinleştirilecek, hem de Sünni bölgeyle birlikte Kürt bölgesi, Suriye, Lübnan, Arabistan ve Filistin-Ürdün, ‘sahte Osmanlı’nın nüfuzuna hazırlanmış olacaktır. Bu nüfuz alanı içinde Afrika da vardır.

Türkiye’deki Müslüman görünümlü elit vitrini ile birlikte Irak ve Filistin’de oynanacak rollerle Türkiye (Türkiye görünümlü küresel irade), Sünni-Arap dünyasının gönlünü kazanacak ve nüfuz altına alması kolaylaşacaktır. Merkezi İstanbul’a taşınmış İKÖ üzerine yüklenecek bir sembolik hilafet misyonu da bunun tescili olacaktır. Şii dinamiği ise, hem Lübnan-Irak hattı boyunca hem de İran-Pakistan hattında, kendi içinde çelişkiler olsa da, bir bütün olarak Sünni dünya ile çatışan bir kordon halinde iç Asya’ya kadar uzanacaktır.

Böylece, hormonlu bir ‘the Osmanlı’ kurulmuş olacak, Türkiye modeli denen Anglo-Sakson kapitalizmiyle entegre, ekonomik ve jeopolitik olarak sınırlanmış, Türk-Kürt-Yahudi sentezi gibi kurgulanmış ama en tepede küresel güç tarafından kontrol edilen bir sahte düşman ya da rakip güç imalatı tamamlanmış olacaktır. Muhtemelen Rusya’ya yapıldığı gibi, İran bahanesiyle bu sahte güce de nükleer teknoloji kontrollü olarak verilecektir.

Yeni soğuk savaş için bu ‘sahte Osmanlı’nın SSCB’den eksik yanı, bu Osmanlı’nın sadece iri bir bölge gücü yapılacak olması, gerçek bir küresel güç olmamasıdır. Bir diğer fark da SSCB’nin tamamen yerli Slav elitlerinin bu muvazaalı düzeni kendi inisiyatiflerinde götürmelerine karşılık, ‘sahte Osmanlı’ projesinin tamamen Anglo-Saksonlarla ittifaka iman etmiş devşirme kadrolar eliyle yürütülecek olmasıdır. Bu farklar bile, bu olası senaryonun önceki soğuk savaştan daha sahte olacağını gösterecektir. Rus eliti, en azından bu büyük oyun sayesinde imparatorluk formunu korumuş, sanayi altyapısını güçlendirmiş ve tarihte var olma çabası için çok önemli birikimler-deneyimler elde etmiştir. Zira muvazaalı da olsa büyük oyunda aktör rolü, figüran olmaktan yeğdir.

Yeni soğuk savaş, ‘sahte Osmanlı’ya benzer AB, Hindistan ve Çin gibi birkaç alt emperyal güç oluşturularak, hem birbirleriyle hem de merkezle (ABD) çatışan-çatışıyor görünen bir çok kutuplu dünya görünümünde kurgulanacak gibidir. Bilindiği gibi, güç analizlerinin klasik formülü, nüfus x üretim/ verimlilik x siyasal yetenek = Güç şeklindedir. Bu formüle göre, yeni soğuk savaşın olası diğer aktörleri, AB, Çin ve Hindistan olacak gibi görünmektedir. İşte bu yeni güç merkezleri arasındaki gerilim, BM ya da yerine kurulacak bir üst küresel hakem-hükûmet organı eliyle çözülmek üzere, dünya devleti projesinin alt yapısı da inşa edilmiş olacaktır. NATO ise dünya polisi olarak yeniden formatlanacaktır.

Türkiye, en azından ekonomik olarak bilişim ve sağlık sektörlerinde Hindistan’la ve elektronik, tekstil ve diğer bir çok sektörde ise Çin’le kendi nüfuz alanında rekabete zorlanacaktır. Yine İran’ın özellikle Çin’le ittifakı, Şii dinamiğinin misyonu da göz önüne alındığında, yeni gerilimlere kapı açacaktır. Tüm oyun zaten bu gerilimler üzerine kurulacak ve olası nükleer tehlike, su ve enerji kavgaları, dünya hükümeti formülünü kolaylaştıracaktır.

Bu senaryo ne kadar doğrudur bilemiyoruz. Sadece olan bitenlerin ve yazılıp çizilenlerin alt alta dizilmesiyle kurgulanmıştır. En önemlisi, ABD karşıtı güçlerin buna nasıl bir karşılık vereceği henüz net değildir. Bu nedenle bu senaryo şu an her hangi bir engelle karşılaşmadan işliyor görünmektedir. Ayrıca şu kesindir: Türkiye, mevcut haliyle tamamen ABD ablukası altındadır. Ve Türkiye’ye çeşitli şantajlar eşliğinde bir misyon teklif edilmektedir. En önemlisi ekonomi, hem bıçak sırtında tutulmakta hem de bu senaryo gereği uzun vadeli yabancı yatırımlar adı altında tamamen küresel sermayeye tapulanmaktadır.

Öte yandan küresel güçler, Rusya’yı küçültmekte, müttefiklerini de ablukada tutmaktadır. AB, tamamen bu güçlerin kontrolündedir. Çin ve Hindistan da öyle… Türk yönetici elitleri, özellikle büyük sermaye ve yüksek bürokrasinin büyük çoğunluğu, böyle bir misyona teşne görünmektedir. Direnen ya da direniyormuş görünen -sözde ulusalcı- kanat ise, esasen yeni dönemde eskisi gibi yer ve konum talep etmek için direnme pozisyonunda şantaj yapmaktadır. Süreç, ana hatlarıyla bu inşa ve imalat çalışması doğrultusunda işlemektedir. Yeni soğuk savaş dengesinde en azından İslam dünyası ve güney Avrasya ekseninde sahte Osmanlı imajı olan bir hormonlu rakip güç, görünürde anti Amerikan bir profile de sahip olabilir. Hatta bu amaçla anti Amerikancı görünen bir faşizan darbe ihtimali bile vardır. Zira bu projede ikincil konuma düşecek gibi görünen İsrail-Yahudi partisidestabilizasyon amacıyla şimdiden etnikçi ve ulusalcı görünümlü odaklarla temas halindedir. Çünkü bu odağın yöntemi başka bir senaryo üzerinde yürümektedir. Çin merkezli yeni dünya düzeni senaryosu…

YENİ KITA ÇİN VE KAOS SENARYOSU

Küresel koalisyonun finans-kapital kanadı, konvansiyonel güçleri kendine baş düşman olarak görmektedir. Ulus devletler, kurumsal dinler, ‘büyük anlatı’lar, yani olası tüm sermaye düzeni karşıtı direnç dinamikleri, finans-kapitalin nefretini çekmektedir. Küresel finans-kapital, bu geleneksel kurum ve kuramlar yerine, kendine ait yeni araçlar geliştirerek ilerlemektedir. Ulus devletlerin hükümetler arası örgütleri (ENGO) yerine hükümet dışı kuruluşlara (NGO), devletler arası anlaşmalar yerine şirketler arası hukuka, ulusal kültür yerine küresel kapitalist imaj kültürüne, ulusal ekonomi yerine ulus aşırı seyyal para merkezli ekonomiye, dinin aşkın özü (Tevhid) yerine, dinler arası diyaloga (pagan kökenli hümanizm), kamu düzeni yerine bencil bireye dayalı ihtiras dinamizmine yaslanmaktadır. ŞirketlerBankalar, borsalar, medya ve NGO’lar, küresel sermayenin temel araçlarıdır. İşte bu güç, halihazırda dikkat çekici bir şekilde Hindistan ve Çin’e yerleşmeye çalışmaktadır. Toprağa, geleneğe, toplumlara bir sadakati olmadığı için, kendisine sanki yeni bir keşfedilecek kıta aramaktadır. ABD’deki Konvansiyonel kanatla iç çelişkileri de bu arayışın esas nedeni gibi görünmektedir. Zira, ABD’yi oluşturan bileşkenin toplamını yöneten üst elitin, yani son karar merciinin kim olacağı sorunu, küresel sermayeye yedek bir üs arayışını dayatmış gibidir. Yeni dünya düzeninin konvansiyonel kanadın yöntemi doğrultusunda bölgesel ve ulusal devletler üzerinde kurulması, finans-kapitalin yeni kısıtlamalarla baş başa kalmasını getirecektir. Bu nedenle, küresel sermaye, Amerika yerine, Çin merkezli yeni bir doğuş için hazırlanıyor görünmektedir.

Çin, aslında 15. yüzyılda keşfedilmeyi bekleyen Amerika kıtası gibi, dünyadan yalıtılmış bir kıtadır. Maoculuk, yani derin sinir uçlarında Batı’yla temas geleneğine sahip yönetici eliti ve ekonomi-politik karakteriyle, adeta kapalı bir kutudur. Doğu Hind Kumpanyası olarak kodladığımız küresel sermaye geleneği açısından bakıldığında, Hindistan ve Çin, Amerika kıtasını terk ederek yeni bir sayfa açma ve Pasifik eksenli olarak küresel sürecin yönünü değiştirme hedefinin en elverişli mekanıdır. Finans-kapital güçler, sessizce Çin’e yığınak yapmaktadır. Özellikle Çin’e yönelen yatırımlar, ileri teknoloji üretimi ve finans-kapitalle kurulan kapalı ilişkiler, Çin görünümlü, yani Çinli (ve Hindli) elitlerin önde olduğu ama geride küresel finans-kapital baronlarının yönettiği bir yeni süper imparatorluk inşa ediliyor gibidir. Bu bağlamda, ilk planda olası tüm büyük güçler gibi, ABD imajının da finans-kapital kontrolündeki araçlar tarafından yıpratılması dikkat çekicidir. Mesela, Irak’taki vahşetin dünyaya servis edildiği mekanizmalar, bu finans gücünün denetimindedir. Sanki finans-kapital, ABD içi bir tür soğuk savaş yürüterek rakip kanada şantaj yapmaktadır.

İşte bu kanadın özellikle İslam dünyasında bütüncül bir iradeye hiçbir şekilde razı olmadığı ortadadır. Yine bazı ABD gelecek vizyonu raporlarında geçen, Türkiye, İran, Irak, Arabistan, Mısır, Suriye vb. ülkelerin parçalanması (BOP projesi) senaryolarının sahipleri, küresel sermaye gücüdür. Bu güç, ‘sahte Osmanlı’ projesini sabote etme, başaramazsa büyük İsrail projesine dönüştürme gayreti içinde gibi görünmektedir. Yine, İslam’ın bir din olarak tasfiyesi de bu gücün programındadır. Zira küresel köleleştirme ve insan türünü küçük bir azınlığın güdeceği sürülere dönüştürme programının tek rezistansı, dağınık, projesiz ve kaba da olsa, İslam dünyasındadır.

Küresel  Koalisyon  içindeki  kanatların  bu  çelişkileri ve  farklı senaryoları şüphesiz çoğaltılabilir. Daha bilimsel verilerle değerlendirilebilir. Hatta, belki de biz halüsinasyon görüyor ve komplocu takıntılarımızın isterik kabuslarını ifade ediyor olabiliriz. Aslında her şey çok iyi gidiyordur, ABD, gerçekten iyi niyetle terör ve baskıcı rejimleri ortadan kaldırıp, demokrasi ve özgürlük yayan bir ışık kümesidir. Ve devletimiz, hükümetimiz, her şeyi güzelce yönetiyor, istikrar ve barış içinde daha güzel günlere doğru yol alıyoruzdur. İşler bu kadar tıkırındayken, dolar ve faiz düşmüş, İMF’den üç yıllık süre daha almışken(???), çok taraflı dahice dış politika sayesinde uluslar arası itibarımız artmış ve neredeyse küresel bir güç olmuşken, bu isterik komplolarla konforu bozmak hiç te hoş bir şey değil, farkındayız. Ama ne var ki, halüsinasyon gördürecek hipnoz haplarından nasibimize düşmediği için, her şeye şüpheyle bakmaya, dost ve düşmanı ayırmaya, gerçeği ve gerçeğin de ardındakini görmeye çalışmaya devam ediyoruz. Üzgünüz, senaryolarımız, maalesef komplo teorisi değil, hatta senaryo bile değil. İçinde boğulmak üzere olduğumuz denizin iki farklı dip akıntısı…

YENİ SOĞUK SAVAŞ

Konvansiyonel kanat, klasik devlet mekanizmaları ve yöntemleriyle çalışmaktadır. Bu nedenle, yürütülen hegemonya programı, tüm sömürgecilik geçmişin klasik yöntemleri üzerine oturmaktadır. Bu manada, geçmişte olduğu gibi, bugün de hegemonya kurma yöntemi olarak Atlantikçiliğin yeni bir sahte düşmana ihtiyacı vardır. Bu bağlamda geçen yüzyılın soğuk savaşının –ki ABD konvansiyonel kanatlarının büyük oyuna dahil olup küresel deneyim kazanması sağlanmıştı– yeniden formatlanarak bir kez daha denenmesi, hiç denenmemiş ve de kontrol dışına çıkabilecek yöntemlerden daha elverişli gibi görünmektedir. Özellikle SSCB’nin dağıtılmasının hemen ardından NATO’nun düşman rengini kırmızıdan yeşile çevirmesi, çok önceden tasarlanan bir programın var olduğunu akla getirmektedir. Sosyalizmin eskimesi, SSCB’nin yorulması ve yeni enerji-finans-üretim teknolojilerinin gereklilikleri, soğuk savaş düzeneğinin yenilenmesini gerektirmekteydi. Bu bağlamda, Rusya ve Sosyalizm merkezli soğuk savaş düzeneği lağvedilerek, dinler, özellikle İslam eksenli yeni bir soğuk savaş dengesinin altyapısının döşenmesi hazırlıklarına başlandı. 1990’lı yıllar SSCB’nin tasfiyesi ile birlikte bu yeni düzenin temel inşaatı ile geçti.

11 Eylül, yeni soğuk savaşın karşı dengesini oluşturmak için işaret fişeği gibiydi. İslam, Sosyalizmin yerine hedefe kondu. İslam dünyası, Doğu Bloğunun yerine geçirildi. Tüm soğuk savaş yöntemleri kullanılarak yürütülen operasyonun inşaat aşamasında 2001 sonrası Afganistan ve Irak işgalleri gündeme geldi. Yürütülen programın nihai amacı düşünülmediğinde, bu işgallerin astarı yüzünden pahalı sonuçları, herkesin kafasını karıştırıyordu. Oysa oldukça ince bir mimari akıl tarafından tasarlanmış yeni dekor, kaba bir müteahhidin eliyle inşa edilmeye başlanmıştı.

Kanaatimizce, yeni soğuk savaş, Rusya yerine sahte bir Osmanlı kurularak ve Sosyalizm yerine de İslam konularak tekrar sahnelenecektir. Terörle mücadele konsepti, İslam’ı kriminalize etme ve İslam dışı dünyayı İslam dünyasına karşı mesafe koymaya hazırlama amaçlıdır. Bu yeni denge, Moskova gibi yeni bir karşı güç merkezi inşa edilene kadar asimetrik savaş teknikleriyle çatışacaktır. Bu çatışmalardan ise, işte o karşı gücün merkezi kurulacaktır. Bu güce kolaylık olsun diye sahte Osmanlı diyelim.

Osmanlının sahte bir kimlikle sahneye çıkışında ise Türkiye kilit rol oynayacaktır. Rusya’nın soğuk savaşta oynadığı sahte düşman rolünün inşası da benzer bir süreçten geçmiştir. Stalin Rusya’sının Hitler’e karşı verdiği anti faşist mücadelenin prestijiDoğu Avrupa’nın kontrolünü sağlamıştı. Öte yandan II. Dünya Savaşı boyunca özellikle İngiltere’nin sağladığı nükleer silahlanma altyapısı da, yeni bir süper gücün asli ihtiyacını temin etmişti. II. Dünya Savaşı’ndan nükleer bir güç olarak çıkan Rusya, Churchill’in ünlü ‘demir perde’li konuşmasıyla, artık Batı’nın sahte düşmanı ilan edilerek Büyük Oyun’a start verilmişti.

Soğuk savaş düzeni, anlaşmalı iki blok düzeni idi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra toplanan Yalta Konferansı’nda, bu muvazaalı savaşın çerçevesi çizilmişti. SSCB, açık denizlere inmemek kaydıyla Almanya ve Japonya’yı dengeleyecek ve de geri kalan dünyada kontrol dışı bir güç oluşumunu engelleyecek tarzda Batı kampıyla yarışıyor görünecekti. İngiltere, geri çekilerek mimari rolünü üstlenecek, ABD ise, bu muvazaalı savaşta batıyı temsilen küresel imparatorluğun ömrünü tazeleyecek bir hamlenin motoru olacaktı. SSCB, muvazaa dışı bir sinerji yaratmaya kalkmasın diye, yani açık denizlere inmesin diye, 1960’larda Maoculuk icad edildi. Daha doğrusu Mao Çin’i ile Sovyet ittifakı sabote edilerek, Çin bir manada SSCB’ye karşı Asya seddi ördü. Batıda ise, Doğu Avrupa, Almanya’nın aleyhine olarak Sovyetlere bırakılmıştı. Kıta Avrupa’sı ise NATO şemsiyesi altında ve başka bir dizi uluslar arası organa bağlanarak Batı kampının himayesine alındı. Buna tek itiraz De Gaulle Fransa’sından gelmişti. Ancak Fransa’daki Protestan elitin de çabasıyla De Gaulle sonrası Fransa da bu düzene uydu.

Güneyde ise, I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş olan İngiliz kordonu tekrar canlandırıldı. Türkiye, İran, Afganistan-Pakistanyeşil kuşak zinciri ile bir birine bağlandı. CENTO kurularak bu bağ tescil edildi. Bu kontrol düzeneğinin tek istisnası Ortadoğu gibi görünüyordu. İsrail, esasen Rusya ile İngiltere’nin anlaşması ve çabası ile kurulmuştu. Sonradan ABD’ye devredilen İsrail ‘garnizon’una karşı Rusya, Arap milliyetçiliğini destekledi. Aslında soğuk savaşın dünyaya gerçek bir savaş gibi sunulduğu bir film platosu Ortadoğu’da kurulmuştu. Özellikle 1967 ve 1973 Arap-İsrail Savaşları ve ardından başlayan Lübnan İç Savaşı, tam manasıyla soğuk savaşın ciddiyetini dünyaya gösterme-kandırma amaçlı sahte savaşlardı. Aynı şekilde bu bölge üzerinden güç denemeleri, koz paylaşımı, kontrollü uyuşturucu ve silah ticareti, istihbarat eğitimi vb. ek faydalar da sağlanıyordu. Soğuk savaş bitince bu film de bitti. Ta ki, 80’lerin ortalarından itibaren İslam gibi sahici bir dinamiğin devreye girerek olayı ciddi bir karaktere büründürmesine kadar.

Bu kaba özet, soğuk savaş düzeneğinin ana hatlarını özetliyor: Bir anlaşmalı rakip güç, muvazaalı bir gerilim ortamı, ama o gücü sınırlayan setlerle olayın sahicileşmesini engelleyecek ek düzenekler… İşte soğuk savaş düzeni budur.

SAHTE OSMANLI SENARYOSU
İşte şimdi, yeni soğuk savaş hazırlığı olarak nitelediğimiz yeni dünya düzeni de, böyle bir düzeneğe benzer şekilde kurgulanacak gibidir. Sosyalizm yerine İslam, Rusya yerine Türkiye geçirilmek istenecektir. Büyük Ortadoğu Projesi, Neo Osmanlılık, Türkiye modeli, Hilafetin ihyası… Tüm bu söylemler, aslında adım adım sahte bir rakip gücün inşası ile alakalıdır.
Bu sahte gücün oluşumuna dair ABD raporlarının satır arasından ve yürütülen pratikten çıkarsadığımız öngörülerimiz, (ya da kimileri için komplo teorimiz) şöyledir:
Türkiye (İstanbul) merkezli gücün hormonlu bir şekilde yeniden formatlanması için, önce diz çöktürülerek tüm sinir
sistemleri, direnç dinamikleri elinden alınacak ve de olası bir sahicileşmeye karşı, tıpkı Rusya’ya karşı Maoculuk gibi, Şii ekseni kurularak çizilmiş haritanın dışına çıkışı engellenecektir. Şii dinamiği, hem İslam dünyasını bölmeye yarayacak hem de jeopolitik haritada oluşacak olan bu ‘sahte Osmanlı’nın doğuya ve açık denizlere çıkışının önünü kesecek bir tür Neo Safevi misyonu olacaktır. Aynı bağlamda ‘büyük Kürdistan’ kurulması ihtimali de sürekli beslenerek, hem bölge güçlerine karşı şantaj hem de Kürt dinamiğinin yan faktör halinde Türk, İran ve Araplara karşı kullanım değerinin sürdürülebilmesi sağlanacaktır.

Bu arada Rusya, küçültülerek iri bir milli devlete dönüştürülecek ve de Karadeniz kıyısı ‘sahte Osmanlı’ya, Balkanlar ve Doğu Avrupa ise AB’ye tımar olarak verilecektir. ‘Sahte Osmanlı’nın ekonomisi AB’ye, güvenliği ABD’ye, diplomasisi İngiltere’ye ve iç siyasetiyle birlikte vitrini de ılımlı İslam denilen bir Müslüman görüntüye teslim edilecektir. Bu sembolik vitrin düzenlemesi için gerekli eski elitin tasfiyesi işi de, AB süreci yoluyla yürütülmektedir.
Böylece yeni elitlerin sahneye değişimci görüntüyle çıkarak meşrulaşması da temin edilecektir.
İşte tüm bu düzenleme ile birlikte düşünüldüğünde Afganistan ve Irak işgalleri anlam kazanmaktadır. Afganistan, Rusya’yı küçültme, Orta Asya’yı kontrol ve de Asya’ya verilecek yeni şekil için seçilmiştir. Ancak halihazırda askeri yönetiminin Türkiye’ye verilmesinin nedeni Irak’tır. İlerde Irak’ın yeniden inşası işi Türkiye’ye bırakılırken, Afganistan’da “deneyim” kazanan Türk personel Irak’a aktarılacaktır. Irak, esas olarak konvansiyonel ABD kanadının inisiyatifiyle ve İsrail’in güvenliği için değil, ‘sahte Osmanlı’nın tımar bölgesi olarak yapılan hafriyat çalışması için işgal edilmiştir. İsrail’in güvenliği söylemi, Yahudi partisinin desteğini sağlama amaçlıdır. Irak işgali, hem Şii- Sünni ayrımını keskinleştirilecek, hem de Sünni bölgeyle birlikte Kürt bölgesi, Suriye, Lübnan, Arabistan ve Filistin-Ürdün, ‘sahte Osmanlı’nın nüfuzuna hazırlanmış olacaktır. Bu nüfuz alanı içinde Afrika da vardır.
Türkiye’deki Müslüman görünümlü elit vitrini ile birlikte Irak ve Filistin’de oynanacak rollerle Türkiye (Türkiye görünümlü küresel irade), Sünni-Arap dünyasının gönlünü kazanacak ve nüfuz altına alması kolaylaşacaktır. Merkezi İstanbul’a taşınmış İKÖ üzerine yüklenecek bir sembolik hilafet misyonu da bunun tescili olacaktır. Şii dinamiği ise, hem Lübnan-Irak hattı boyunca hem de İran- Pakistan hattında, kendi içinde çelişkiler olsa da, bir bütün olarak Sünni dünya ile çatışan bir kordon halinde iç Asya’ya kadar uzanacaktır.
Böylece, hormonlu bir ‘the Osmanlı’ kurulmuş olacak, Türkiye modeli denen Anglo-Sakson kapitalizmiyle entegre,
ekonomik ve jeopolitik olarak sınırlanmış, Türk-Kürt-Yahudi sentezi gibi kurgulanmış ama en tepede küresel güç tarafından kontrol edilen bir sahte düşman ya da rakip güç imalatı tamamlanmış olacaktır. Muhtemelen Rusya’ya yapıldığı gibi, İran bahanesiyle bu sahte güce de nükleer teknoloji kontrollü olarak verilecektir.
Yeni soğuk savaş için bu ‘sahte Osmanlı’nın SSCB’den eksik yanı, bu Osmanlı’nın sadece iri bir bölge gücü yapılacak
olması, gerçek bir küresel güç olmamasıdır. Bir diğer fark da SSCB’nin tamamen yerli Slav elitlerinin bu muvazaalı düzeni kendi inisiyatiflerinde götürmelerine karşılık, ‘sahte Osmanlı’ projesinin tamamen Anglo-Saksonlarla ittifaka iman etmiş devşirme kadrolar eliyle yürütülecek olmasıdır. Bu farklar bile, bu olası senaryonun önceki soğuk savaştan daha sahte olacağını gösterecektir. Rus eliti, en azından bu büyük oyun sayesinde imparatorluk formunu korumuş, sanayi altyapısını güçlendirmiş ve tarihte var olma çabası için çok önemli birikimler-deneyimler elde etmiştir. Zira muvazaalı da olsa büyük oyunda aktör rolü, figüran olmaktan yeğdir.
Yeni soğuk savaş, ‘sahte Osmanlı’ya benzer AB, Hindistan ve Çin gibi birkaç alt emperyal güç oluşturularak, hem birbirleriyle hem de merkezle (ABD) çatışan-çatışıyor görünen bir çok kutuplu dünya görünümünde kurgulanacak gibidir.

EMPERYALİZME KARŞI ‘GERÇEK OSMANLI’
ABD diye kodladığımız ve yakından bakınca matruşka bebeğe benzeterek iç çelişkilerini analiz etmeye çalıştığımız
küresel gücün ana hatlarıyla iki kanat halinde dünya hükümeti ya da imparatorluk kurma çabasına karşı ne yapılabilir?

Küresel gücün her iki senaryosunun da en sahici alternatifi, öncelikle tüm sahte oluşumları gerçeğe çevirme gayretidir. Sahte birey yerine gerçek birey, sahte NGO yerine gerçek sivil toplumlar, sahte piyasa yerine tekeli olmayan gerçek pazarlar, sahte medya ve eğlence kültürü yerine gerçek insanlık kültürü, etik ve estetik değerleri… Ve sahte bölge güçleri yerine gerçek bölgesel ve küresel güçler… İşte bu manada, çok kutuplu bir dünya ve gerçekten dünya barışını tesis edecek paylaşımcı ve karşılıklı bağımlılıklara dayalı ‘Ortak bir dünya düzeni’ kurulmalıdır… Kapitalizmin icadı olan ulus devletlerin gerçekten elden geçirilerek, böl-yönet, bir birine düşür siyasetinin ürünü olan tüm sahte devletçiklerin tasfiye edilmesi gerekir. Bu bağlamda, etnik-dini-mezhebi çatışmalara son verecek ortak kimlik ve değerlere dayalı büyük devletler inşa edilmelidir… Ve Dünya ekonomisini sermaye ve daha
fazla üretim-tüketim döngüsünden çıkartıp, ihtiyaçları giderme-paylaşma ve birlikte çoğalma-zenginleşme yoluna sokacak yeni bir fizik-ekonomi vizyonu… Bütün insanları haysiyet sahibi eşit ve özgür bireyler olarak gören ve öyle yapmaya çalışan bir evrensel insanlık ülküsü… İnsanların günahlarının kefareti olan tüm kurumları; devleti, parayı, bozulmuş dini kurumsallıkları insanların hizmetine koşacak yeni bir çağın değişimci ufku… Özgürlük savaşlarını, antiemperyalist direnişleri, tüm devrimci çabaları yücelten ve “başka ve daha iyi bir dünya” için mücadeleyi tüm sanatların, siyasetlerin dinamosu yapan bir yeni devrimci coşku… İşte alternatif yeni dünya düzeninin köşe taşları…
Tüm sahtelikler gibi, ‘Sahte Osmanlı’ senaryosu da, aslında tabi ki, onu kurgulayanların da gördüğü sahici dinamiklere sahiptir. Yani gerçekten Türkiye yıkılmış bir imparatorluğun yıkılmamış iradesidir. Ve bölgemiz gerçekten hala tek bir ülkedir, tek bir millettir ve tek bir devletini aramaktadır. Tüm etnik, dini ve mezhebi çeşitlilik, bu büyük uygarlığın vazgeçilmez hazineleridir. Farklı dillerimiz, daha çok ve daha anlamlı konuşmak için vardır. Farklı dinlerimiz ve din anlayışlarımız, Allah’ı ve hakikati aramanın ne çok yolu olduğunu gösteren mükemmel bir gökkuşağıdır. Mutfağımız, giysilerimiz, türkülerimiz, danslarımız, insan zenginliğinin dile gelişidir. Biz, yani Osmanlı coğrafyasının acı tatlı anılarının çocukları… Biz hepimiz, burada, bu koca ve derin ülkede
yeniden ortak bir idea etrafında toplanabiliriz. Yeni ve evrensel bir dünya kurabiliriz. Tüm insanlıkla bu dünya üzerinden gerçekten tanışabilir, konuşabiliriz.

‘Gerçek Osmanlı, arkaik bir tarihin ya da monarşinin yeniden diriltilmesini değil, işte bu idea’yı simgelemektedir.. ‘Sahte the Osmanlı’, bu ideanın istismarı demektir. Ve bu istismara karşı, ne ulusalcılık ya da benzeri statükocu söylemler, ne de ayağını bu topraklara basmayan naif enternasyonalizmler direnemez. Bu emperyalist projelerin gerçek alternatifi, Gerçek Osmanlılar inşa etmektir. Hindistan’ın, Çin’in, AB’nin, Rusya’nın ve tabi bu süreçten yıkılarak çıkacağı kesin olan ABD halklarının sahici bir dünya barışı projesine davet çağrısı dile getirilmelidir. En
az küreselci güçler kadar, bu alternatif vizyon da, ABD’de, AB’de, Çin’de, Hindistan’da Rusya’da, İran’da dile gelmeli,
konuşulmalı, çaba gösterilmelidir.
İşte gerçek bir Pax Ottoman siyaseti, en fazla bu nedenle gereklidir. İnsanlığı esir alan, ülkelerimizi, ruhlarımızı, emeklerimizi ve umutlarımızı abluka altında tutan kapitalizme ve emperyalizme karşı sahici bir rezistans ekseni kurmak için…
Gerçek Osmanlı, emperyalist senaryoları tersyüz edeceği gibi, bu senaryolara taşeronluk yapmaktan daha kolay ve mümkün bir siyasettir.
Gerçek Osmanlı, tarihteki Osmanlı’dan dersini almış ve o Osmanlı’yı aşacak bir vizyonun ürünü olacaktır. Ve sahtesi ile gerçeğini ayırt etmek için çok basit ve net ölçülerimiz vardır: Yani;
1. Safevilik hariç, Şiiliğe karşıt olmayan, aksine hem mezhepsel hem de jeopolitik manada Şii Müslümanlarla kardeşlik ilişkilerini geliştiren, Horasan-Orta Asya vizyonuyla mutlaka İran’ı içeren, ama Safevi- Pers heveslerini dışlayan,
2. Ortadoğu, Afrika, Karadeniz kuşağı, Kafkaslar ve Balkanlarda fetihle değil, ekonomi ve kültürel dayanışma-paylaşma konseptiyle bütünleşen, Mısır, Suud ve Körfezle dinamik ilişkiler kuran,
3. Katolik kıta Avrupa’sı jeopolitiği ile ve de Rusya ile çatışmayan, aksine somut projeler üzerinden karşılıklı bağımlılıklar ihdas edecek yakınlaşmalara giren, bu yakınlaşmaları bu iki tarihsel düşman gücün şerrinden korunmak için değerlendiren, AB ile Akdeniz birliği vizyonuyla yeni bir ittifak konsepti geliştiren,
4. Anglo-Sakson küresel gücün konvansiyonel kanadını finans kapitalden kopartacak projeler üzerinden ittifaklar yürüten, küresel finans-kapitalin etkisini daraltacak hamleler yapabilen, bu amaçla AB, Rusya ve Çin’le ilişkileri oynak bir denge oyunu olarak Anglo-sakson güçler ve finans-kapitale karşı değerlendiren,
5. Afrika, Asya ve Latin Amerika vizyonu olan. Bu amaçla büyük bir deniz gücü örgütlemeye çalışan, Çin ve Hindistan’la iş bölümü ve karşılıklı bağımlılığa dayalı anlaşmalara yönelen, ve aynı zamanda bu iki güce karşı da Afrika, AB ve ABD ilişkilerini savunma amaçlı değerlendiren,
6. İç konsolidasyonunu geniş bir millet tarifi ve etnik-dini-mezhebi farklılıkları adaletle içerecek bir kerim devlet aklı
ve örgütlenmesi ile sağlayan, milleti maddi ve manevi olarak güçlendiren, haysiyet ve şahsiyet sahibi özgür bireyleri yönetsel inisiyatife sevk eden, ahlaki değerlerle modern alışkanlıkları terkib edebilen , İslamın özgürlükçü yorumuyla toplumsal düzen ve kültürü yoğuran ve bunu üniversal rekabete açan, gerçek bir hukuk devleti, Cumhuriyet ve demokrasiye dayalı bir Osmanlı, Gerçek ‘Osmanlı’dır. ‘Türklük’, tarihsel kimliği ve misyonundan kopartarak toplumu ırkçılık, sekülerizm ve batıcılıkla zehirleyen kemalist milliyetçiliklerden arındırılmalı, asli anlamı ve misyonu olan tanzim edici iradenin örgütlenmiş asabiyesi olarak yeniden formatlanmalıdır. Gerçek Osmanlı, bu Türklüğün oynayacağı jeopolitik rolle, Osmanlı bakiyesi tüm halkların, dini ve mezhebi toplulukların toplamının ifadesi olacaktır.

Sahte Osmanlı ise, sahte hilafetçi, vitrin şovlarına dayalı, münafık müslümancılık ve de Protestan-kapitalist kültür sentezini ifade eden şer bir projedir. Çünkü, bu toprakların sahici tüm dinamiklerinin istismarı üzerine kurulacaktır. Osmanlı dinamiği, İslam, barış, bölge gücü olma, büyüme vb. tüm bu dipten gelen sahici akıntılar kontrol edilerek başka bir misyon için kullanım değeri olan araçlara dönüştürülecek ve nihayetinde tüketilecektir. Eğer sahte bir Osmanlı gerçekten kurulursa, elli yıla kalmaz, bu bölgede ne Türkler ne Araplar ne İslam ne Doğu’nun kadim din ve kültürleri ne de bağımsız bir devlet kalmayacaktır.
Sahte Osmanlı’ya karşı, gerçek Osmanlı’yı öne çıkarmak için henüz fırsat kaçmamıştır. Osmanlı’nın en geniş coğrafyası anlamında Mezopotamya-Akdeniz Havzası, Geniş Avrupa, birleşik Ortadoğu ya da Türkiye Avrasya’sı vizyonu, ortak devlet ve vatan şuuru, tevhid imanı ve kültürü, milliyetçi değil, milletçi, devletçi değil kamucu (dayanışmacı, paylaşımcı, üretken) ekonomi ve kadim insanlık değerlerine yaslanan bir hukuk düzeni, gerçek ‘Osmanlıcı’ların öncelikli ve başlıca gündemi olmalıdır.
Gerçek Osmanlıcılık, ayağını Türkiye’ye basan, önce doğudan batıdan kuzeyden tüm işgalcileri ve işbirlikçilerini tasfiye etmeyi hedefleyen, bağımsızlık, adalet ve toplumculuğa dayalı bir iradenin adıdır. “Osmanlı” ifadesi, daha iyisini bulana kadar kullandığımız sembolik bir kelimeden ibarettir. Biz, adımızı tıpkı Osmanlı ve Türkiye ifadeleri gibi, varlık ve beka kavgamızın içerisinde koyarız. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin bir önder “iç kale” misyonu
üstlendiği ve buradan tarif edilen coğrafyasının yeniden şekilleneceği var olma davası kendi adını da üretecektir. Şimdilik mesele anlaşılsın diye, işte buna ‘Gerçek Osmanlı’ diyoruz. Osmanlıyı yıkan İngiltere-Fransa ve Rusya’nın ve Osmanlıyı kıskanan-rakip gören İran’ın ve bu ülkelerle bağlantılı iç unsurların (Kemalistler, kripto mezhepçiler ve batıcı kozmopolitler) Osmanlı kelimesine alerji duyduğunu biliyoruz. Bunların iyi niyetli olanları, ancak gerçek bir Osmanlı düzeni sayesinde ulusal ve bölgesel gelişme, kalkınma ve özgürleşme yaşanabileceğine ikna edilebilir, kötü niyetliler ise, tabii ki, bu milli yönelişe karşı daima muhalif olacaktır. Ki, bu durum onları tanımak için de bir turnusol kağıdı gibidir.

Sahte Osmanlıcılıklar ise, ancak ve sadece sahicisi ile yenilebilirler.

Türkiye’nin 21. yüzyılda, ister yeni soğuk savaş isterse küresel dünya devleti olsun, her senaryoda kendi önceliği ve temel varlık-beka sorunu, Selçuklu-Doğu Roma-Endülüs-Osmanlı-Cumhuriyet terkibi olan yeni bir büyük ev inşası olmalıdır.

Leave a Reply